Anlatılanlara göre, 1927
Nisan ayının 21. Gününde doğmuşum, Diyarbakır’da Yağcı sokak 7 nolu
evde. Yani, yazlık ve kışlık odalarıyla, geniş avlusuyla, bahçesiyle
dönemin tipik Diyarbakır evlerinden birinde.
Asıl adım, Ahmed Önal. Ahmed Arif olarak bilinirim. Öz anamın adı,
Sayre. Kürt'tür. İki yaşındayken kaybettim onu, kardeşimin doğumu
sırasında. Beni büyüten, emziren, yedirip içiren, eğiten Arife Anamdır.
Babam, Kerküklü Arif Hikmet. Kürt değildir. Rivayete göre, babamın
büyük babası Rumeli’den göçmüş buralara. Babamın sivil hayattaki son
görevi, nahiye müdürlüğü. Bu üçünü de çok severim; hayatta laf
söyletmem onlara. Hatta bir keresinde, nezarethanede polis, anama
babama sövdü, aynı dille karşılık verdim ona; tabi cezayı kesti hemen
ama olsun yinede yutmadım savurduğu küfrü.
İlkokulu Diyarbakır Siverek İlkokulunda okudum. Hatırlıyorum o dönemde
“Vatandaş Türkçe Konuş” kampanyası başlatılmıştı. Türkçe konuşmayanlar
ya da konuşamayanlar, karakola götürülüp dövülüyordu. Tam olarak
hatırlamıyorum ama galiba 1934 yılıydı. Karakolun önene birini
yatırmışlar, adam çıplak. Polis öldüresiye dövüyor adamı. Adam “Ya
Muhammed” diye bağırıyor durmadan. Bağırmasından adamın Arap olduğunu
anladık. Çünkü Türk, Kürt ya da Zaza olsaydı başka türlü bağırırdı. Biz
çocuklar, aşağı yukarı yetmiş-seksen metre daha yukarıdayız; hepimizin
elinde ip sapan. Anlaştık aramızda ve polislere bıraktık taşları;
Arab’ı vurmamaya da gayret ettik tabi. Sapanlarla iki polisi yıktık
yere, sonrada başladık kaçmaya. Akşama herkes bizden söz ediyordu
mahallede.
Ortaokulu da Urfa’da okudum. Liseyi ise yatılı olarak, Afyon Lisesinde.
Bütün okul hayatımda, tanıdığım en yetenekli, en yiğit, en mert, en
bilgili adamlar o lisedeydi. İşte o yıllar… Yıl 1943 olmalı… Taş
çatlasa 16–17 yaşındayım. Durmadan şiir yazıyorum. Bir dergi, Seçme
Şiirler Demeti adıyla kuşe kâğıda basılıyor. Bir sayfanın sol başında
Neyzen Tevfik, sağ başında Ahmed Arif. Ben Neyzen Tevfik’in torunu
yaşındayım tabi o zaman hatta daha da küçük. Birde 10 Lira geliyor bana
dergiden, telif hakkı. Düşünün Babam bana ayda 5 lira gönderebiliyor. O
yüzden 10 Lira büyük paraydı o zaman için.
İlk şiirim, 1942 yılında Afyon Halkevi dergisi, Taşpınar’ın kasım sayısında yayınlandı. Şiirimin ismi “Gözlerin”
Gözlerim maviliğin ruhudur.
Fecirlerin tebessümü içer.
Berraklığında ilah çocukları uyur
Ve emer sukutu beyaz gölgeler.
Aslında bu şiiri, ortaokulda yazmıştım ama son düzeltilerini lisede yaptım.
1947 yılı sonbaharında, yüksek öğrenim için Ankara’ya gittim. Dil ve
Tarih, Coğrafya, Felsefe Bölümüne kaydımı yaptırdım. Bir yıl sonra
Merkez Bankası’nda işe girdim. 1951 yılı Ekim ayında başlatılan “solcu
tevkifatı’nda” iş yerimden alınarak götürüldüm, bunun yüzünden de
eğitimi mi tamamlayamadım. Dokuz gün işkenceye mahruz kaldım. Benden,
para toplayarak komünistlere dağıttığıma dair bir belgeyi imzalamamı
istediler. Daha sonra soruşturma kapsamında beni İstanbul’a götürdüler;
Sansar yan Hanında bir hücreye attılar beni. Orada bulduğum bir kibrit
çöpüyle duvarda bir takvim oluşturdum. Doğru mu bilmiyorum ama tam 128
gün saydım. İşkenceler çok kötüydü, iddia ediyorum bana yapılan işkence
kimseye yapılmamıştır bu ülkede. Çıldırmak üzereydim, sesler
duyuyordum. İnsanın bazı duyuları çalışmadığında çalışan duyular
eskisinden daha fazla çalışıyor. Benimde hücrede görme duyum
çalışmıyordum çünkü hep karanlıktı, çığlıklar, haykırmalar duymaya
başladım. Sonra dedim ki “Oğlum Ahmed burada delirirsin filan arkandan
söylenti çıkarırlar, korkusundan delirdi diye kalk önüne geç bunun” ve
sonra bileklerimi kestim. Sonrasını hatırlamıyorum, hastanede uyandım;
zar zor yetiştirmişler. Garip… Hem işkence ediyorlar, içerde bile acı
çektirmek için o kadar uğraşıyorlar hem de ölmeme izin vermeyip beni
hastaneye yetiştiriyorlar. Sakın onarlın yaptığını iyilik ya da
insanlık olarak algılamayın. Daha fazla acı çektirmek için beni
yaşattıklarını öğrenmem uzun sürmüyor. İyileşip hücreye tekrar
atılmamdan sonra, bir gece yıldırım bir telgraf geliyor bana, Anamdan.
Şöyle diyor “Baban öldü, cenaze yerde kaldı, ben oralara gelemiyorum.
İmza: Annen Arife. O an telgrafı okur okumaz neler yaptığımı anlatmak
istemiyorum. Gençler bilmesin bunları. Ama öyle demoralize olmuşum ki
hemen hastaneye yetiştiriyorlar. Daha sonra bu telgrafın düzmece
olduğunu doktordan öğreniyorum. Meğerse Anam bana hiç telgraf çekmemiş.
Babamı 1953 yılında kaybettim, hala içerdeyim o vakit. Ama benim
tutuklandığımı hiç bilmedi babam, başından beri benim Avrupa’da olduğumu
sanıyordu.
TCK’nin 141. Maddesine ihlalden toplam 38 ay tutuklu kaldım. Tekrar
ediyorum 141. Maddeye ihlalden. Nedir 141. Madde? Zilyedinin rızası
olmadan başkasına ait taşınır bir malı, kendisine veya başkasına bir
yarar sağlamak maksadıyla bulunduğu yerden alan kimseye bir yıldan üç
yıla kadar hapis cezası verilir. Yani bana 1951 de zorla
imzalattırdıkları belge. Düzmece kişilerin, düzmece tanıklarla
desteklendiği, düzmece bir mahkeme tarafından, düzmece bir suçun kabulü,
benim tam 38 ayıma mal oldu. 7 Ekim 1954’te tahliye edildim,
tabutluktan yattığım 17 günün neticesi sağ omzumdaki ağrıyla. Hala
çekerim o ağrıyı.
1956’ dan itibaren Medeniyet, Öncü ve son olarak Halkçı gazetelerinde
düzeltmenlik yaptım. Şiirlerim başta Pazar Postası olmak üzere birçok
dergi ve gazetede yayınlandı. İlk ve tek şiir kitabım Hasretinden
Prangalar Eskittim ’i 1968 yılında çıkardım. Tek kitabımdı ama tam 20
senemi verdim o kitaba. Sonraki baskılarla eklenmiş şiirleri sayarsak
tam 50 yıl. Şiirlerim kısa zamanda devrimciler, bilim adamları,
gazeteciler, aydınlar ve üniversite öğrencileri arasında çok sevildi,
bunu kitabımın baskı üzerine baskı yapmasından idrak ediyorum. Şüphesiz
şiirlerim 1971 ve 1980 darbelerinde tutuklanan gençlere ve aydınlara
dayanak oldu.
Emekliliğimden sonra Ankara’daki mütevazı evime çekildim. Gösteriş ve
gürültüden uzak durmuşumdur hep, çünkü ben doğuluyum. Az gelişmiş
değil, sömürülmek için kasıtlı olarak geri bırakılmış bir ülkenin
aşiret töreleriyle yetişmiş bir çocuğuyum.
1983’te Anam Arife Önal’ı kaybettim. Okumamıştı ama… Pardon, okumamış
yanlış oldu. Okutulmamıştı ama şirin bir kadındı. Bir keresinde
komşularıyla toplanmışlar muhabbet ediyorlar. Komşu kadılar sürekli
oğullarıyla övünüyorlarmış “Benim oğlum İzmir’e gitti doktor oldu.
Benim oğlum İstanbul’a gitti mühendis oldu. Büyük oğlum Bursa’ ya gitti
mimar oldu” diye. Anam altta kalır mı? Oda “Benim oğlumda Ankara’ya
gitti komünist oldu” demiş. Garip anam ne bilsin, komünistliği de
doktorluk, mühendislik gibi bir meslek zannediyor.
Asıl adım Ahmed Önal, Ahmed Arif olarak bilinirim. Yaşamım boyunca
hakkı aradım; ezilenin ve güçsüzün yanında durdum. Memleketlilerim
sömürülmesin, memleketlilerim kullanılmasın, memleketlilerim ölmesin
diye konuştum. Eşitlik için yazdım, eşitlik için söyledim, eşitlik için
dayak yedim, eşitlik için sövdüm. O günleri göremeyeceğimi bilsem de
birilerine o günleri gösterebilmek için öldüm